SERVET YILDIRIM – Orta gelir tuzağına takılan Türkiye ekonomisinin yıllardır süren bir büyüme problemi var. Oran olarak bazı ülkelerle karşılaştırıldığında yüksek görünebilir ama bu performans Türkiye’yi hayal ettiği gelir seviyesine ve ekonomik büyüklüğe ulaştıracak, entegre olma sürecinde olduğu Avrupa Birliği’ne yakınlaştıracak boyutta değil.
Örneğin bu yılın ilk altı ayına bakalım: Gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 3.9 ve ikinci çeyrekte ise yüzde 3.8 büyümüştü. Yılın ilk yarısında büyüme iç talep ve tüketim kaynaklı olup, net dış talebin katkısı negatifti. Sıkı küresel finansal koşullara ve daralan küresel ticarete ve deprem felaketinin olumsuz negatif etkilerine rağmen büyüme performansının devam etmiş olması elbette önemlidir. Ancak hayal ettiğimiz büyüme bu değildi. İç tüketimden gelen, ithalatın etkisinin oldukça yüksek kaldığı ve ihracatın ise artan bir şekilde negatif etkisi gözlenen bir büyüme Türkiye için istihdam yaratan bir büyüme türü değildir.
Kapsayıcı ve katılımcı
Şimdiki gibi bir ekonomi istemediğimiz aşikâr. O halde “Nasıl bir ekonomi istiyoruz?” Kısa vadeli bir bakışla güçlü bir işgücü piyasasının olduğu, enflasyonun yüzde 2-3 dolayında seyrettiği, ekonominin makul ve sürdürülebilir bir hızda büyüdüğü ve para biriminin istikrarlı olduğu bir ekonomi istediğimizi söyleyebiliriz.
Ancak soru önemlidir ve cevabı daha derin olmalıdır. Bu soruya verilecek cevabın hem ulusal hem de küresel düzeyde bazı “olmazsa olmazları” var.
– Genelden ve en temel noktadan başlamak gerekirse ekonomik modeller kapsayıcı ve katılımcı olmak zorundadırlar. İnsanların cinsiyet, etnik köken ve sınıf farkı olmaksızın ekonomik yaşama katılabildikleri ve geleceğe dair söz haklarının olduğu bir ekonomidir bu. Tüketicilerin, çalışanların ve işletme sahiplerinin piyasaya herhangi bir engelle karşılaşmadan rahatça girebildikleri; kuralların şeffaf ve herkese eşit uygulanabilir olduğu bir ortam sağlanmalıdır.
– Ekonomiler eşitlik üzerine kurulmalıdır. Toplumun bütün kesimlerinin, özellikle yoksulların ve sosyal olarak dezavantajlı olan grupların fırsatlardan yararlanabildiği bir ekonomi olmalıdır. Herkes kamusal altyapı, taşıma, eğitim, temiz su gibi imkanlardan yararlanabilmelidir.
İstikrardan taviz yok
– Büyüme bu modelin vazgeçilmez unsuru olmalıdır. Ekonomi yeterince mal ve hizmet üretebilmeli; istihdam ve çalışma fırsatları artarak var olmalı, gelirin herkes için özellikle yoksullar için yükseldiği bir sistem oluşturulmalıdır.
– İstikrardan taviz verilmemelidir. Bireylerin, işletmelerin ve toplumların geleceğe dair güven duydukları ve ekonomik kararlarının sonuçlarını önceden görebildikleri bir ortam sağlanmalıdır. İnsanlar korkusuzca ve hiçbir endişeleri olmadan geleceğe yatırım yapabilmeli; ekonomik sistem ise şoklara ve streslere karşı dayanıklı olmalıdır.
– Sürdürülebilirlik ekonomik modelin karakteri olmalıdır. Ekonomik ve sosyal refahın sürdürülebilir olduğu, gelecek kuşakların refahının bugün tüketilmediği bir ekonomiden söz ediyoruz. Doğal sermayenin kullanımında doğanın gözetildiği ve doğaya kendini yenileme şansı verildiği bir sistemdir bu. Sürdürülebilir olmayan büyüme trendlerini değiştirmek ve sürdürülebilir olan ekonomik istikrarı ve ekolojik durumu oluşturmak gerekir.
– Dengeli ve sürdürülebilir büyüme ile sağlanacak refah artışı toplumun tüm kesimleri tarafından adil paylaşılmadır.
‘Sınıf atlamak’ için reçete belli
Bunlar bugün birçok ekonomi için olduğu gibi Türkiye ekonomisi için de geçerli olan genel ilkelerdir. Hedefimiz büyümenin güçlü olmasının yanı sıra, aynı zamanda dengeli, sürdürülebilir ve kapsayıcı olmasıdır. Uygulanan politikalar doğru olduğu zaman makro ekonomik ve finansal istikrar üzerinde olumlu etkilerini görmek kaçınılmazdır. Önemli olan bu etkilerin kalıcı olması için gereken adımların atılmasıdır.
Reçete belli. Bu iki ileri – bir geri mehter tarzı bir büyüme performansı ile olacak iş değildir. Türkiye’nin sınıf atlaması için sürdürülebilir bir büyüme trendini uzun bir süre sağlaması şarttır. Almanya, Japonya, Çin, Singapur, Finlandiya ve Kore gibi başarılı olmuş örneklerin ortak noktası hepsinin de aralıksız en az 20 yıllık bir uzun ve yüksek büyüme dönemi yakalamış olmalarıdır. Hepsi de ihracata dayalı bir büyümeyle o parlak performanslarını yakaladılar. İmalat sanayinin payını yüksek tuttular, elektronik, ulaştırma ve mühendislik gibi dalları öne çıkardılar.
Teknolojik derinleşme
Özellikle elektroniğe çok fazla yüklendiler. Sıçramayı da elektronik üzerinden yaptılar. Teknolojik derinleşmeyi, bilgi birikimini burada yakalayıp diğer alanlara uyguladılar. Ve hepsi imalat sanayiinde güçlü dünya markaları yarattılar. Fason ya da taşeron üretimin ötesine geçtiler. Araştırma geliştirmenin payını sürekli artırdılar, patent ürettiler.
Ve bu başarılı örneklerde devletler ise sanayileşme, kur ve ticaret politikaları ile reel sektör firmalarına uygun ortam yarattılar. Eğitim politikaları ile işgücünün niteliğini artırdılar. Ucuz finansmana erişimi sağladılar. İş gücü maliyetlerini aşağı çekmeye çalıştılar.